Güncel
Balkan Zirvesi Memur-Sen’in Ev Sahipliğinde Gerçekleşiyor
Balkan Zirvesi Memur-Sen’in ev sahipliğinde İstanbul’da başladı. Balkan emek örgütlerinin temsilcilerinin katıldığı “Krizin Gölgesinde Sendikacılığın Geleceği” konulu çalıştayda konuşan Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, “ Çözümün dayanışma, emeğin değerini artırma ve insanlığın arasında güçlü bir bağ oluşturmaktan geçtiğine inanıyorum” dedi.
Ülkemizde gerek sendikal faaliyetler gerekse sosyal sorumluluk alanında önemli çalışmalar gerçekleştiren Memur-Sen, emek ve dayanışma kavramlarının uluslararası alanda daha geniş yer bulması amacıyla yeni bir çalıştaya ev sahipliği yapıyor. Balkan Zirvesi’ne; Arnavutluk BSPSH, Bosna Hersek SSSBİH, Romanya CGM, Kuzey Makedonya UNASM, Kosova BSPK, Romanya MERIDIAN ve Slovenya’dan ise KNSS, ZRSS, SGS konfederasyonlarının üst düzey temsilcileri katıldı.
İki gün boyunca sendikacılığın geleceğinin tartışılacağı programda konuşan Genel Başkan Ali Yalçın, “Gerçeği olduğu gibi kavramadan ne mücadele edebilirsiniz ne de geleceği kurgulayabilirsiniz. Biz, her birimiz güçlü ve köklü gelenekleri olan emek örgütleri olarak şimdiye kadarki mücadelelerimizle bu ilkenin gerçekliğini tecrübe ettik. Bugün dünyamızın ve insanlığın sıkıntılarla boğuştuğu bir zeminde, böylesi bir anlayışa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var” ifadelerini kullandı.
Yalçın, dünyadaki emek örgütlerinin hiçbir zaman kolaya talip olmadığına vurgu yaparak, “Biz, insanın ve dolayısıyla insanlığın varlık mücadelesinin zemini olan emeğin değerini savunuyoruz. Dolayısıyla bu mücadele varoluşsal bir mücadeledir. Sistemin egemenleri ne söylerse söylesin emeğin kutsallığı ile ilgili gerçeğin üzerini asla örtemeyeceklerdir. Geldiğimiz nokta ortada. Dünyanın son iki yüz, haydi bilemediniz üç yüz yıllık tarihselliği içinde hayat bulmuş bu teorilerin, insanlığı hangi krizlerle yüz yüze bıraktığını hepimiz biliyoruz. Yine biliyoruz ki bu teoriler, sömürge ve emperyalist stratejilerin aparatından öte bir anlam taşımıyor. Bugünkü krizin temel sebeplerinden biri de budur. Özellikle küreselleşmeyle birlikte bilgiden tutunuz da kültüre kadar tek tipleşmiş bir dünya dayatmasına maruz kaldık. Kıtalar, ülkeler, hep emperyalist ülkelerin çıkarları doğrultusunda dayatmaya maruz kalmıştır” diye konuştu.
Yalçın: Daha farklı bir dünyada yaşayabilirdik
Sorunun köklerine inmeden çözüme de ulaşılamayacağının altını çizen Genel Başkan Yalçın, “Bugün yaşadığımız krizi, sadece zamanımızla sınırlarsak da, emeğe ve dolayısıyla insanlığın aleyhine geliştirilen yeni stratejiler karşısında savunmasız kalırız. Tarihçiler, ‘Bugün yaşadıklarımız aslında 1914’ün devamıdır.Dünya, Birinci Dünya Savaşı’nı bitirememiştir’ derler. Malum 1. Dünya Savaşı paylaşım savaşıdır ve derine indiğinizde emperyalist bir stratejinin ürünüdür. Ve yine biliyoruz ki, bugün içinde yaşadığımız birçok kurgunun politik zemini o dönemde şekillenmiştir. Ama ben, bu noktada daha da gerilere gidilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Sömürge çağlarında geliştirilen teoriler olmasa, egemenlere hizmet eden kavramlar bilimsellik kisvesi altında insanlığa sunulmasa ve bu noktada rıza üretilmese, daha farklı bir dünyada yaşayabilirdik. Örneğin, sömürge çağından itibaren emeğin ve sendikacılığın dönüşüm sürecine bir bakalım.İlk günden itibaren emek hep maliyet hanesine yazılmıştır. Sendikaların güçlü örgütlenmelerle söz konusu anlayışa karşı mücadele ettikleri ve maliyetin ötesinde insanın emeğini bir bütün olarak göstermeye çalıştıkları dönemler oldu elbette.Ne var ki, sistem emeğin anlamını, emekçinin değerini hep daralta geldi. Özellikle neoliberal politikalar sürecinde, emek ve emekçi yani insanın bizzat kendisiistatistiki bir ayrıntıya, matematiksel denklemde küçük bir değere indirgendi” dedi.
Bugün dünyanın yarıdan fazlası çatışmalarla uğraştığına dikkat çeken Yalçın, Batı Avrupalı gazeteci ve politikacıların ‘Savaş, 80 yıl sonra Avrupa’ya döndü’ ifadelerine yer vererek, şunları söyledi: “Elbette bu ikircikli tutumu kabul etmiyoruz. Zira bu anlayış, bugüne kadar dünyanın farklı bölgelerinde insanlığı derinden etkileyen, insanları yerlerinden yurtlarından eden şiddeti stratejik aparat olarak görüyordu. Öyle bugün dünyanın değişik yerlerinde resmi rakamlara göre 280 milyon insan yersiz yurtsuz bırakılmıştır. Duvarlar örerek, insanların geçişlerini engellese de birileri bu gerçek ortadadır. Bu insanları kim yersiz yurtsuz bıraktı? Bugün şiddetin taşeronları kime hizmet ettiği belli olan hangi kirli stratejilerin ihalesini aldılar? Evet, hepimiz biliyoruz. Emperyalistlerin sözde hukuk söylemiyle meşrulaştırdıkları oligarşik çetenin kanlı ve kirli stratejilerinin ürünüdür tüm bunlar. Ama birileri bugün Ukrayna üzerinden ürperti duyuyor. Bu gerçekten utanç verici bir ahlak krizidir. Savaş savaştır ve insan her nerede yaşıyorsa yaşasın, hangi kültüre ve medeniyete mensup olursa olsun azizdir. Daha da önemlisi her insan bir diğerine emanettir. Bu gerçekten kimse kaçamaz. Ne var ki, biraz önce alıntıladığım sözler aynı zamanda bir gerçeğin de ifadesi. Refahın da katkısıyla görece bir düzenle inşa edilen Avrupa’nın doğu yakasında yaşanılanlar, krizin ve onun ürettiği çatışmanın hangi boyutta olduğunu görmemiz bakımından çok önemli. En azından artık alıştığımız kavramlar, oluşturulmuş sistemler güvenli limanlar değil diyebiliriz.”
Yalçın, ekonomik anlamda da krizin derinliğine dikkat çeken Yalçın, 2007 yılındaki krizden bu yana Amerika’da da işlerin iyi gitmediğini belirterek, “Amerika, çözüm bulmak için kurulduğu günden bu yana bastığı doların tam 8 katını basmak zorunda kaldı. Ama olmadı. Son 40 yılın en yüksek enflasyonuna ulaşmış durumda ve süreci iyi yönetemezlerse orada da kimsenin beklemediği gelişmeler yaşanabilir. Bugün, elimizdeki hiçbir kavram, hiçbir teori bizim için güvenli liman değil. Aslında krizin asıl sebebi bu kavram ve teorilerdir” şeklinde konuştu.
“Temel sorgulamalar yapmak zorundayız”
Batı akademilerinde çatışmalı bölgeler için kullanılan “Balkanizasyon” kavramının bile mevcut düzen işleyişinin hangi zihniyetlerle yapıldığının göstergesi olduğunun altını çizen Ali Yalçın, “Bu kavramın üretim şekli bile zihniyetin nasıl çalıştığını göstermesi bakımından önemlidir. Oysa Balkanlar, medeniyetin ve barışın yurdudur. Balkanlar birlikte yaşama kültürünü üretmiş bir coğrafyadır. Her zaman söylüyoruz, bir kez daha tekrar edelim; ten rengimiz farklı ama ter rengimiz aynı, göz rengimiz farklı ama gözyaşı rengimiz aynı, ülkelerimiz, din ve dillerimiz, bakış açımız farklı olsa da insanız acımız aynı. Bizim Balkanlara bakış açımız bu şekildedir. Bizzat şiddetten beslenen, hatta şiddeti stratejinin merkezine koyanların çarpık algılama sistemi barışın ve çözümün önündeki en büyük engeldir. Biz bugün birçok kavramı derinden sorgulamalıyız. Aynı şey, yine aynı çevrelerin çıkarları için yapılandırılmış kurumlar için de geçerlidir. Geçen yüz yıl jeopolitiğinde şekillenen kurumlar bugün hangi derdimize çare bulabilmektedir. Örneğin Birleşmiş Milletler sorun çözmeyi bırakın bugün bilakis sorunun kaynağı haline gelmiştir. Onun için çok temel sorgulamalar yapmak zorundayız. Bu sorgulamayı da kendi alanımızla ilgili genişletmek gerekiyor. Sendikaların bugün yaşadıkları krizi aşmasının yolu da budur diye düşünüyorum. Emek örgütleri olarak bizler bu noktada güçlü adım atabiliriz. Bizim her birimiz bu birikim ve tecrübeye sahibiz. Eğer biz dayanışmamızı değişim ve dönüşüm paradigmasıyla beslersek, sendikalar olarak, oluşturulan egemen stratejileri bozarız. Bu sebeple çalıştayımızın güçlü sonuçlar ve güçlü birliktelikler oluşturacağına inancım tam. Çözüm; dayanışma, emeğin değerini yükseltme ve insanlığın arasında güçlü bir ağ oluşturmaktan geçiyor” diyerek sözlerini tamamladı.